Güller Döken Kılıç ve Meral Aşan Hoca
Sanırım 2004 yılı idi. İSMEK’in Genel Koordinatörüydüm . Haziran ayında Feshane’de İSMEK’in Genel Sergisini düzenlemiştik. El Sanatlarından İslam Sanatlarına, ahşap işlerden görsel sanatlara, giyim ve tasarım çalışmalarından resim-fotoğraf ürünlerine kadar her salonda el emeği yüzlerce eser sergileniyordu. Sergide o yıl Mehmet Ali Ağca’nın da bir ebru çalışması vardı, basın en çok o tablonun peşindeydi. Sergi günlerinde vaktimin çoğunu orada geçirmeye gayret ediyordum. Hem sergiyi gezmeye gelen gazeteci ve yazar dostlarımıza refakat ediyor hem de vakit buldukça sergiyi ‘ziyaretçi’ psikolojisiyle geziyordum. Bunun ayrı bir zevki vardı. Ayrıca eserlerde ve sergide emeği olan kurs yöneticileri, usta öğreticiler, sanatçılar ve kursiyerlerimizle daha fazla görüşme ve sohbet edebilme imkânım oluyordu.
Bir gün Hat, Tezhip, Ebru ve Minyatür çalışmalarının olduğu salonda bir süre dolaşmış, her bir eseri seyrederek salonun sonuna ulaşmıştım. Çıkmadan önce gerip dönüp, aklımda kalan bir tablonun yanına kadar gidip yeniden incelemeye başladım. Ebru ve minyatür ile çalışılmış bir Fatih Sultan Mehmet tablosuydu bu. Fatih’in kılıcından güller damlıyordu. İnce çalışılmış bir eserdi. Etkilenmiştim. Bir süre yeniden izledim. Sonra salondan çıktım. Sergi alanında gezinmeye devam ediyordum ki, bir kadının gülümseyerek bana doğru geldiğini fark ettim. İsmini biliyordum, birkaç defa da selamlaşmıştık. İSMEK’in Minyatür hocalarından Meral Aşan idi. Yanıma gelince “Erol Bey, şu salonda size bir şey göstermek istiyorum.” dedi. Birlikte yürüyerek, o salona geçtik. Meral Hoca, bahsettiğim tablonun önüne kadar beni götürdü, “Sizin gözünüz ve gönlünüz bu esere takıldı. Bunu gördüm ben.” dedi. Şaşkınlık içerisinde Meral Hanımı dinlerken o sözlerini “Bu artık sizindir” diye tamamlayıverdi. Mahcup olmuştum. Memnun da olmuştum.
Sergi sona erdiğinde aklım tablodaydı. İstemekten edep ettiğim için sormadım hiç. Ancak çok geçmeden, birkaç gün sonra tablo masama geliverdi. “Kılıcından Güller Damlayan Fatih Sultan Mehmet Ebru-Minyatür Çalışması” o günden beri benimle.
Meral Hoca, Tezhip sanatıyla tanışmasını anlatmıştı bir defasında. Ayşe Şahinboy Doğan’ın kendisiyle yaptığı söyleşide bu tanışmayı detaylıca anlatmış. Şöyle diyor;
“Tezhip sanatıyla ilk defa Türk Japon Kadınları Dostluk ve Kültür Derneğinde görevli olduğum bir kermes sırasında tanıştım. Cahide Keskiner’in konferansı vardı. Konuyla ilgili herhangi bir malumatım olmadığı için ilk başta ilgimi çekmedi. Arkadaşlar konferansı takip edeceklerini söyleyince ben de onlarla birlikte Cahide hocayı dinlemeye başladım. Fatih Sultan Mehmet’i anlatıyordu. Onunla ilgili yapılan minyatürlerden örnekler gösteriyordu. Beni büyüleyen korkunç bir ışıktı, çok etkilendim. Konferans bitiminde Cahide Hocanın yanına giderek nerede ders verdiğini, nasıl ulaşabileceğimi sordum. Kızından, Mahmure Öz’den bahsetti. Dernekte bize Mahmure Hocanın tezhip dersleri vereceğini anlattı. Ama dernekteki ders maalesef kısa süreli oldu, devam ettiremedik. Tabi ben bırakmadım. Mahmure hocayla birlikte uzunca bir süre Sema Nakışhanesine devam ettik. Bu süreç zarfında Cahide hocayla da diyaloğum kesilmedi. Çünkü bende farklı bir yeri vardı. Tezhip ve minyatürü onunla birlikte tanıdım.”
Sonraki dönem defalarca görüştük Meral Hocamla. Eşim ve iki kızımla birkaç defa evine gittik. Çayını, kahvesini içtik, yemeklerini tattık, sohbetine eşlik ettik, hatıralarını dinledik. Hastalıklarına dair bilgileri paylaştıkça şaşırıyorduk. “Nasıl yaşıyor?” diye düşünürdüm bazen. Defalarca ameliyat olmuştu. Çok sayıda sağlık sorunu ile yaşamaya alışmıştı. Vefat eden eşine dair hatıralarını anlattıkça duygulanırdı. Öyle de olsa müthiş derecece pozitifti, tebessümü eksik olmazdı, çalışmadan geri durmazdı. Onca acıya rağmen sohbetini, muhabbetini, gülümsemesini, gayretini diri tutmasını hayranlıkla izlerdim.
Bir gün “Erol Hocam, ben öğrencilerimle özel bir sergi projesi çalışmak istiyorum.” dedi. “Güzel olur” diye cevap verdim. Meğer benden bir konu önerisi istiyormuş. “Üsküdar çalışır mısınız” dedim. Çok sevinerek “Elbette” dedi. Meral Hocanın bunun dışında birçok özel çalışması oldu. Öğrenci deyince onun için akan sular dururdu. Yeter ki öğrenmek isteyen, sanatı seven birileri olsun.
Bir gün Yedikule Lisesinin Resim Öğretmeni Meryem Uzunoğlu geldi. MEB’in “Bu Benim Eserim” adlı proje yarışmasına öğrencilerini hazırlamak istiyordu. Konu, İstanbul Şifahaneleri idi. Minyatür ve resim ile çalışılacaktı. Meryem Hanıma “Sizin öğrencilerin hiç Minyatür bilgisi var mı?” diye sordum. “Hayır” dedi. Biraz sohbet edince gençlerin Şifahaneler konusunda da yeterli bilgiye sahip olmadığını anladım. Meryem Hanımın zor bir görevi vardı. Çocuklara önce Minyatür Sanatını sevdirecek, Şifahaneleri en doğru şekilde anlatacak ve onca okul dersi arasında bu liseli ekiple atölye çalışması yapacaktı. Kendisi resim hocasıydı, minyatür için hızlı bir eğitim gerekiyordu. Konuyu Meral Aşan’a açtım. Anlattıkça onun gözleri parladı, yüzü güldü. Sonuç mükemmeldi. Yedikuleli gençler o çalışmalar sebebiyle Minyatürü sevdiler, projeyi de gerçekleştirdiler.
Minyatür, hat ve tezhip sanatlarıyla “Selahattin Eyyubi, Kudüs, Endülüs” konulu bir atölye çalışması planlamıştı. Bunu yapabildi mi, bilmiyorum.
Geçtiğimiz hafta Silivri’ye gitmiştik. Eşim “Dönerken Meral Hanıma uğrayalım mı, çok oldu görmeyeli.” dedi. “Tabii” dedim, ancak o gün uğrayamadık. Son telefon görüşmesinde “Sizi özledim.” demişti.
26 Şubat Çarşamba akşamı geç saatlerde çantamı toplarken Facebook duvarlarında Meral Aşan’ın bir söyleşisine rastladım. Çıkmak üzere olduğum için hızlıca okudum. Söyleşi, arkadaşımız Ayşe Şahinboy’a ait idi. Hemen sağlıkla ilgili soruya baktım. Sağlığının gayet iyi olduğuna dair notları görünce bilgisayarımı kapatıp çıktım. Eve giderken Emin Arıkoğlu’nun mesajı ulaştı. “Erol abi hayırlı akşamlar, Meral Aşan Hoca bu sabah vefat etmiş, ikindide defnedilmiş, haberin olsun.” diyordu. Afalladım birden. “Nasıl olur?” dedim. Ayşe Şahinboy’u aradım hemen, onun haberi yoktu. “Abi, ben o söyleşiyi yapalı çok oldu.” deyince durumu tahmin ettim. Meğer yine bir sanatçı dostumuz olan Özcan Özcan, Meral Aşan Hocamızın vefatı sebebiyle o söyleşiyi yeniden paylaşmış.
Özcan’ın paylaşımında şöyle bir not vardı: “Çok değerli Meral Aşan ablamın kanatları yoktu sadece. Bu sabah o kanatları da taktı. Meleklerle beraberdir şimdi. Böyle bir insanı tanımaktan duyduğum onur bile bundan sonrası için bana yeter. Allah rahmet eylesin.”
Ben de öyle diyorum. Meral Aşan Hocamız yürüyen bir melek gibiydi. Böyle bir insanı tanımaktan duyduğum onur bile bundan sonrası için bana yeter. Allah rahmet eylesin. Rabbim onu cennetine koysun. Çocuklarına, öğrencilerine, sanatçı dostlarına sabırlar dilerim.
Sayın Hocam Erol ERDOĞAN Beyefendi. Öncelikle değerli bildiriminizden ötürü,sevgili hocamızın vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyorum. Bu vesileyle bir kez daha dünyanın gelip geçici bir oyalanma aynı zamanda bir sınav merkezinin oluşunu şuuruyla değerli hocamıza Yüce ALLAH’tan rahmet geride kalanlara, şahsınızda sevdiklerine sabrı cemiller niyaz ederim. Hocamızın mekanının cennet olmasını temenni ederim. Sonsuz şükranlarımla. İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN. HAKTAN GELDİK HAKKA DÖNECEĞİZ
Sayın hocam. Allah sizden razı olsun, haber verdiniz, vefa örneği gösterdiniz. Bu zamanda birlik beraberliğe ihtiyacımız var. Meral hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun. Onun bizde bıraktığı insanı değerleriyle unutmamaya çalışacağız. Allah’a emanet olun.
İki seneye yakın öğrencisi olma şerefine nail olmuştum. Naif kişiliği eserlerine ve sabrına yansıyordu. Rabbim mekanını cennet eylesin.
Sayın Hocam Erol ERDOĞAN. Allah sizden razı olsun, haber verdiniz, Meral hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun. Tüm sevdiklerine sabrı cemiller niyaz ederim. Allah’a emanet olun.
Allah mekanını cennet eylesin, sizlere de uzun bir ömür bahşetsin…